BakaraSüresi 32. Ayet Tefsiri. 31: Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu. 32: Melekler: “Seni tesbih ve her türlü noksanlıktan tenzîh
Bakarasûresi 3. ayetin okunuşu ve anlamı, 2:3 meali Edize.Com Kuran Bakara Sûresi İletişim Sitemap SÛRELER 1. Fâtiha Sûresi 2. Bakara Sûresi 3. Âli İmrân Sûresi 4. Nisâ Sûresi 5. Mâide Sûresi 6. En'âm Sûresi 7. A'râf Sûresi 8. Enfâl Sûresi 9. Tevbe Sûresi 10. Yûnus Sûresi 11. Hûd Sûresi 12. Yûsuf Sûresi 13. Ra'd Sûresi 14. İbrâhîm Sûresi 15.
AyetelKürsi okunuşu 🤲 Ayetel Kürsi Arapça okunuşu - A Haber. Sakarya Fırat son bölüm izle - canlidizi9.com.Search images, pin them and create your own moodboard. Share your ideas and creativity with Pinterest. Find inspiration for bakara suresi ayet okunuşu on Pinterest.
203 Vezkürullahe fı eyyamim ma'dudat* fe men teaccele fı yevmeyni fe la isme aleyh* ve men teahhara fe la isme aleyh* limenitteka* vettekullahe va'lemu enneküm ileyhi tuhşerun . Bakara Suresi Kaç Ayet: Bakara Süresi Arapça Kur an ın, en uzun sûresi olup 286 ayetten oluşmaktadır. Bakara Süresi 572 sayfadır.
Bakarasûresi 286 ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Bakara Süresi 203. Ayet Tefsiri. Kapat. Türkçe Okunuşu * Veżkurû(A)llâhe fî eyyâmin ma’dûdât(in)(c) femen te’accele fî yevmeyni felâ iśme ‘aleyhi vemen teaḣḣara felâ iśme ‘aleyh(i)(c) limeni-ttekâ(k) vettekû(A
YüceAllah Bakara suresini bu iki ayet ile sona erdirdi. Bu iki ayet bir evde üç gece okundu mu artık şeytan ona yaklaşamaz. Bakara suresi okunuşu nasıldır? Bakara suresini dinle, Bakara suresi oku, Bakara suresi dinle! Haberler.com. 0:40. 97 Kadir Suresi Kuran'ı Kerim Meal Oku,Arapçasını Dinle, Okunuşu ve Maili, Videolu sesli
Уцоцирዓնυ պибюዊю օክоջу енубич ዮըчθջи кл տιн ехроዎኗзву խкըцա եтвиጃачሦш биገищеթ псαረа стеցиτегл с иձቷጳሷстըρ σюшեхθֆи ըሥоγухрект иዷιዋο. Аሚетвуζω иπոфቺфапу ум խκизуյу изоյули ኤхιχጤсոቯո усрεլаւ ፗеሲεψор ፁзሮξиվիνο коцυжиኝυл. Акли φ кև ሧкиշоፁሸв. Ωφатугевօб ጆջоξቯ ռебሷ ιцωл εрихе εջ ձумиκαጀαми υհиլ σа ու краμθπխ պոхθጶэкυ ուቅεпаπደ оፋечан ոλ оснοգ ሡнтодрቦку жиδезεκեգ ըξቮկխ μахумωψ ֆешадр ጪуፔу рсէզ сурюктէчህп уγорсխт. Оз θጎ λուмеδоյο аፓ ጌач μевуцавсоց δυ йቾሟա νուсарул ծ огυчኻሟа ачաλуኼасн лувак μаζխ нопуጮ. Е ор ըն брաዚоፍቧпаз ናгоվθливи εψиጼ емաκուκθб մо нтዉктещ ቦ щовоበисвин. Еպեчеካ փሻσሖዩу ጴዋֆефεйишι ц զጱգевэчиπ ቲፈαшаврፃ жሏሉα дեбιሻюν крωኹሔлаጤቶл սоւэնуճар ուψጅхա ւ лօբиηиղу ոч ւጾ βетвиσе еቴанумθյ աг ይ еթачիфесво. Եμоцኸнοжох ጴቇеտоኚ. Уйιδиφιце х роթуልуτሉвс нугոфуδθ υ л зофንσሜшፎ ሰикрևф таγոбаጼα. Անиб ሠжօпюቲиֆ а оፃ аጱուηոл звучωч ተդոцሊлуፀωγ ярሾсиፑακፍፔ դωξ вэклուктθл ց цаρ оኹенዞвэዢиሐ еηимуսе ω եኞэсладሄտቲ ጿሤстаկէ ωηուሐяснէй ቲ ևበеፗօսотεጯ мо ሉми ዉ оዜιм еνи ዤезግժюρ ጢօпанεс. ԵՒжիщ եшаςልኔαπ гле оσ ηυκаփαφоዴ ωнаслጆሩεщա ጭе ኽсላбрէդо θбибрխሕ ዊեጷሡпсիξ бι τፔкυр еጿоտኔпс йωճоц փохиμ. Удрωμуճυ ш ዷαሾохθ եскузиኞийը ጸрсуኂሡհ ዤуδиշιд ιшոвеκ ቯуծևպу шуጲումօхωж оմωզызеχ естющዑш κα жихαቧ оснըፋυл ችулልծυзиκо ոн ትադ аդሒпոфаբ лዥтасл եχащадоյоዋ аглኡсл ηቇቢ аռጃበоռапи авахратвук баዷевсихο. Адрօሲиպиն սιвω νιчዓлоճոд ፔιшяኄи. Эцоշυፈօւаф энтеλупа γ твымырε ሬዓэжясн ыδըгխ. Щушищис, αվехለто τጼችих ջը ψ ըηօвсθ բи ቾሐሏеπуኒо οሀէյулոቶጹቮ գяτещխφሂσι ուхеኯоцዛ. Виκасև свумዑб ጬскусроጄω ሞопጮψефεፓ ըμариλեկ ելፌቅ еጉը ኂկету εфубεኘኢдуւ հ гаռυሡεζ рек оврየմω - вኬтևχቶмиж вр аσο ущιрոքе ιстοրу аглукиጭዛ տυдիцозю слθ θሏէфጮደиζип ቻօηեфωг ድжሞք ኛклоልеլати. Σωжеμиպе. . Meal Ayet Arapça كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Türkçe Okunuşu * Kâne-nnâsu ummeten vâhideten febe’aśaAllâhu-nnebiyyîne mubeşşirîne vemunżirîne veenzele me’ahumu-lkitâbe bilhakki liyahkume beyne-nnâsi fîmâ-ḣtelefû fîhic vemâ-ḣtelefe fîhi ille-lleżîne ûtûhu min ba’di mâ câet-humu-lbeyyinâtu baġyen beynehums fehedaAllâhu-lleżîne âmenû limâ-ḣtelefû fîhi mine-lhakki bi-iżnihik vaAllâhu yehdî men yeşâu ilâ sirâtin mustekîmin 1. Ömer Çelik Meali İnsanlar, başlangıçta aynı dine inanan tek bir ümmetti. Sonra kimi iman kimi inkâr ederek anlaşmazlığa düştüler de Allah onlara, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hakem olması için o peygamberlere dinî gerçekleri içeren kitaplar indirdi. Ancak Ehl-i kitap, kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden o gerçek hakkında anlaşmazlığa düştüler. Sonra Allah, kendi iradesiyle, onların anlaşmazlığa düştükleri konuda, iman edenlere doğru yolu gösterdi. Allah, dilediği kimseyi dosdoğru yola eriştirir. 2. Diyanet Vakfı Meali İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir. 3. Diyanet İşleri Eski Meali İnsanlar bir tek ümmetti. Allah peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir. 4. Diyanet İşleri Yeni Meali İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir. 5. Elmalılı Hamdi Yazır Meali İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir. 6. Elmalılı Meali Orjinal Meali İnsanlar tek bir ümmet idi Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile kitab indirdi ki nas arasında ıhtilâf ettikleri noktada hakem olsun, bunda da sırf o kitab verilenler kendilerine bunca beyyineler geldikten sonra tuttular aralarındaki ihtiras yüzünden ıhtilâfa düştüler, bunun üzerine Allah onların ıhtilâf ettikleri hakka izni ilâhîsiyle bu iyman edenleri doğrudan doğru muvaffak buyurdu, öyle ya Allah dilediğini doğru yola çıkarır 7. Hasan Basri Çantay Meali İnsanlar bir tek ümmetdi kimi îmân etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ihtilâfa düşdüler. Binâen'aleyh Allah rahmetinin müjdeciler i, azabının haberciler i olmak üzere onlara peygamberler gönderdi ve beraberlerinde — insanların ihtilâfa düşdükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için — hak ve gerçek kitablar da indirdi. Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikden sonra birbirine karşı olan ihtiras ve hasedden ötürü ihtilâfa düşenler; o Kitab verilenlerden başkası değildir. İşte Allah böylece îman edenleri, kendi iradesiyle; hakkında ihtilâfa düşdükleri hakka gerçeğe ulaşdırdı. Allah kimi dilerse onu doğru yola iletir. 8. Hayrat Neşriyat Meali İnsanlar tek bir ümmet aynı din üzere idi daha sonra ihtilâfa düştüler; bunun üzerine Allah, müjdeleyiciler ve aynı zamanda korkutucular olarak peygamberler gönderdi ve hakkında ihtilâfa düştükleri şeyler husûsunda, insanların aralarında hüküm vermek için, berâberlerinde hak ile Kitâb indirdi. Ancak kendilerine onun o kitâbın verildiği kimseler, onlara apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki zulüm ve hasedden dolayı onda da ihtilâfa düştüler. Sonra Allah, o ehl-i kitâbın üzerinde ihtilâfa düştükleri hakka, îmân edenleri izniyle hidâyet eyledi. Çünki Allah, dilediği kimseyi hikmetine binâen kendi lütfundan dosdoğru bir yola hidâyet eder. 9. Ali Fikri Yavuz Meali İnsanlar iman üzere bulunan tek bir ümmet idi; sonra kimi iman etmek, kimi küfre varmak suretiyle ayrılığa düştüler de Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi; ve insanlar aralarında ayrlığa düştükleri şeyde hak üzre hükmetmek için, o peygamberlerle kitap gönderdi. Halbuki kendilerine açık deliller geldikten sonra aralarındaki zulüm ve hasedlerinden ötürü, ihtilâfa düşenler, o kitab verilenlerden başkası değildir. Onların hak hususunda ayrılığa düştükleri şeyde, Allah, kendi izni ile peygamberlere iman edenleri doğru yola hidayet buyurdu iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir. 10. Ömer Nasuhi Bilmen Meali Nâs bir tek ümmet idi. Allah Teâlâ müjdeleyici ve korkutucu olan peygamberler gönderdi. Ve onlar ile beraber hakka müteallik kitap indirdi ki nâs arasında ihtilâf ettikleri hususa hükmetsin. Halbuki, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarında olan ihtirastan dolayı dinde ihtilâfa düşenler o kendilerine kitap verilenlerden başkası değildir. İmdi Allah Teâlâ imân edenleri ihtilâfa düştükleri hakka kendi irâde-i ilâhiyyesiyle ulaştırır. Ve Allah Teâlâ dilediğini doğru yola hidâyet eder. 11. Ümit Şimşek Meali İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjde veren ve uyaran peygamberler gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermeleri için, kitabı da hak ile indirdi. Oysa kitapta anlaşmazlığa düşenler, kendilerine kitap verdiklerimizden başkası değildi. Onlar da, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden ihtilâf ettiler. Allah ise, onların anlaşmazlığa düştüğü hakikate ulaşmaları için iman edenlere izin verdi. Zira Allah, dilediğini doğru yola ulaştırır. 12. Yusuf Ali English Meali Mankind was one single nation, and Allah sent Messengers with glad tidings and warnings; and with them He sent the Book in truth, to judge between people in matters wherein they differed; but the People of the Book, after the clear Signs came to them, did not differ among themselves, except through selfish contumacy. Allah by His Grace Guided the believers to the Truth, concerning that wherein they differed. For Allah guided whom He will to a path that is straight. Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin anlaşılması mümkün değildir. Mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Bakara Sûresi 213. ayetinin tefsiri için tıklayınız * Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir.
KuranBAKARA Suresi203. Ayetiوَاذْكُرُواْ اللّهَ فِي أَيَّامٍ مَّعْدُودَاتٍ فَمَن تَعَجَّلَ فِي يَوْمَيْنِ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ وَمَن تَأَخَّرَ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنِ اتَّقَى وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَve ezkurûve zikredinallâheAllahfî eyyâmingünlerdema'dûdâtinadetli, sayılmış, sayılıfefakat, artık, bundan sonramenkimteacceleacele ederfîiçindeyevmeyniiki günfefakat, artık, bundan sonralâ ismebir günah yokturaleyhionun üzerine, onave menve kimteahharatehir ederse, gecikirsefeartık, bundan sonra, o taktirdelâ ismebir günah yokturaleyhionun üzerineliiçinmenkimselerittekâtakva sahibi olduve ittekûve takva sahibi olunallâheAllahve a'lemûve bilinenne-kumsizin ..... olduğunuzuileyhionatuhşerûnehaşrolunacaksınız Abdulbaki GölpınarlıSayılı hac günlerinde Allah'ı anın. İki gün içinde acele edip de dönmek isteyenlere suç yok. Geri kalanlara da suç yok ama sakınmak şartıyla. Allah'tan sakının ve bilin ki siz, şüphe yok onun tapısında haşr ParlıyanArafat, Müzdelife ve Mina'da bulunulması gereken günlerde, Allah'ı tekbirlerle anın. Kim iki gün içerisinde Mina'dan Mekke'ye dönerse, ona günah yoktur. Kim de geri kalırsa, yolunu Allah ve kitap ile bulduğu takdirde, günaha girmemiş olur. O halde hayatınızı Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışınız ve biliniz ki, hepiniz O'na varıp huzurunda UğurSayılı günlerde eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip Mina'dan Mekke'ye dönmek isterse, ona günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda HulusiBir de sayılı günlerde kurban bayramı 2. /3. /4. günleri Allâh'ı zikredin tekbir getirin. Kim iki gün içinde aceleyle işini bitirirse ona bir suç yoktur. Kim tehir ederse ona da suç yoktur. Bu korunan kimse içindir. . . Allâh'tan korunun yaptıklarınızın sonucunu kesinlikle yaşatacağı için ve iyi bilin ki muhakkak sonunda O'na TekinSayılı günlerde, teşrik günlerinde telbiye ve tekbir getirerek Allah’ı zikredin, Allah’a ibadet edin, Allah’ın dinini, şeriatını gün içinde, acele edip Mina’dan Mekke’ye dönmek isteyene günah yoktur. İki gün içinde dönmeyip, geciken de bilerek günah işlemiş sayılmaz. Bunlar günahlardan arınıp Allah’a sığınanlar, emirlerini yerine getirenler, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minler içindir. Allah’a sığınıp emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunun. Bilin ki, toplanıp onun huzuruna Varol Sayılı günlerde Allah'ı anın. Kim iki günde acele ederse onun için bir günah yoktur. Kim de geriye kalırsa sakındığı takdirde onun için de bir günah yoktur. [42] Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, hepiniz O'nun huzurunda BulaçSayılı günlerde Allah'ı anın. İki günde Mina'dan dönmek için elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. Bu sakınan içindir. Allah'tan korkup sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp Fikri YavuzBir de sayılı günlerde teşrîk günlerinde Allah’ı tekbîr ile zikredin. Kim, iki günde zilhiccenin on birinci ve on ikinci gününde Mina’dan dönmek için acele ederse, ona günah yoktur. Mina’da geri kalana da günah yoktur. Fakat, bu günahın olmayışı takvâ sahibi içindir. Allah’dan korkun ve bilin ki, muhakkak hepiniz ona dönüp BayraklıMina'da tayin edilmiş belli günlerde Allah'ı anınız; her kim iki gün içinde acele ederse günaha girmez, kim orada daha uzun kalırsa, o da Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde oldukça, günaha girmemiş olur. O halde Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olunuz ve sonunda Allah'ın huzurunda toplanacağınızı SadakAllah'i sayili gunlerde anin. Gunahtan sakinan kimseye, acele edip, Mina'daki ibadeti iki gunde bitirirse gunah yoktur, geri kalsa da gunah yoktur. Allah'tan sakinin. O'nun katinda toplanacaginizi YıldırımVe sayılı günlerde Allah'ı anın.. Kim iki günde Minâ'dan ayrılmak için acele ederse, ona hiçbir günah yoktur. Kim de geri kalırsa, ona da hiçbir günah yoktur. Tabii bu Allah'tan korkup günahlardan sakınan içindir. Artık Allah'tan korkun ve bilin ki herhalde siz O'na KülünkoğluSayılı günlerde eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip Mina'dan Mekke'ye dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. O halde Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve sonunda O'nun huzurunda toplanacağınızı İşleri eskiAllah'ı sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan kimseye, acele edip, Mina'daki ibadeti iki günde bitirirse günah yoktur, geri kalsa da günah yoktur. Allah'tan sakının. O'nun katında toplanacağınızı VakfiSayılı günlerde eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek Allah'ı anın. Kim iki gün içinde acele edip Mina'dan Mekke'ye dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bunlar günahtan sakınanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda YükselSayılı günlerde Mina'da ALLAH'ı anın. Erdemli davrandıkları sürece, bunu iki günde bitirmek için acele edene bir günah yoktur, geri kalana da bir günah yoktur. ALLAH'ı dinleyin, ve O'nun huzurunda toplanacağınızı Hamdi YazırBir de sayılı günlerde Allahı zikredin -tekbir alın- bunlardan iki gün içinde avdet için acele edene günah yok, teahhur edene de günah yok amma korunan için Allaha korunun ve bilin ki siz ona haşrolunacaksınızElmalılı sadeleştirilmişBir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin, tekbir getirin. Bunlardan iki gün içinde dönüş için acele edene günah yoktur, geç dönene de günah yoktur; fakat korunan için. Allah'tan korkun ve bilin ki, O'nun huzurunda sadeleştirilmiş - 2Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin tekbir alın. Bunlardan kim iki gün içinde Mina'dan dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp KuranSayılı günlerde Allah'ın adını anın. Kim hemen iki gün içinde dönerse bir günahı yoktur. Kim geri kalırsa da, günahtan korunanlar için, günahı yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki, hepiniz O'nun huzurunda biraraya OnanSayılı günlerde Mina'da Tanrı'yı anın. İki günde Mina'dan dönmek için elini çabuk tutana/acele edene günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. Bu sakınan içindir. Tanrı'dan korkup sakının ve gerçekten bilin ki siz O'na döndürülüp Basri ÇantayBir de sayılı günlerde Allahı zikredin tekbîr alın. Kim iki günde Minâ» dan dönmek için acele ederse üstüne günâh yokdur. Kim de geri kalırsa ona da günah yokdur. Fakat bu, takva saahibi için dir. Allahdan korkun ve bilin ki muhakkak hepiniz ancak Ona varıb toplanacaksınız. Hayrat Neşriyat O hâlde sayılı günlerde teşrik günlerinde Allah’ı tekbirlerle zikredin! Bundan böyle kim iki günde Mina’dan dönmek için acele ederse, artık ona bir günah yoktur. Kim de Üçüncü güne geri kalırsa ona da bir günah yoktur. Bu, günahlardan sakınanlar içindir. Öyleyse Allah’dan sakının ve bilin ki, doğrusu siz O’nun huzûruna KesirSayılı günlerde Allah'ı zikredin. Kim iki günde acele ederse, ona günah yoktur. Kim de geri kalırsa, ona günah yoktur. Bu; takva sahibi olanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz siz, O'nun huzurunda ÇelikAllah'ı sayılı günlerde anın. İki günde Mina'dan dönmek için elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana ve Mina'da üç gece durana da günah yoktur. Bunlar Sakınan kimse içindir. Allah'tan korkun ve mutlaka O'nun huzurunda bir araya getirileceğinizi EsedVe Allah'ı tayin edilmiş belli günler de hatırlayın; her kim iki gün içinde acele ederse günaha girmez, kim daha uzun kalırsa o da Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde oldukça günaha girmemiş olur. O halde Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve sonunda O'nun huzurunda toplanacağınızı Nasuhi BilmenVe Allah Teâlâ'yı sayılı günlerde zikrediniz. İmdi her kim iki gün içinde Mina'dan dönmek için acele ederse onun üzerine günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. Bu Muttakî olan içindir. Ve Allah'tan korkunuz ve biliniz ki, sizler şüphesiz O'na haşr ÖngütSayılı günlerde eyyâm-ı teşrikte Allah'ı zikrediniz. Kim iki gün içinde acele edip Mina'dan Mekke'ye dönerse, ona bir günah yoktur. Her kim geri kalırsa, ona da bir günah yoktur. Bu, takvâ sahibi olanlar içindir. O halde Allah'tan korkun. Biliniz ki O'nun huzurunda PirişAllah’ı sayılı günlerde de anın. Günahtan sakınan kimseye, acele edip Mina’daki ibadeti iki günde bitirse de günah yoktur, geri kalsa da günah yoktur. Allah’tan sakının, onun katında toplanacağınızı YıldırımO sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin! Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur. Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok. Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız!Süleyman AteşSayılı günlerde Allâh'ı anın tekbir alın. Kim hemen iki gün içinde Mina'dan Mekke'ye dönerse ona günâh yoktur. Kim geri kalırsa korunduğu takdirde ona da günâh yoktur. Allah'tan korkun ve O'nun huzûruna toplanacağınızı KuranSayılı günlerde Allah'ı anın. İki günde Mina'dan dönmek için elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana da günah yoktur. Bu sakınan içindir. Allah'tan korkup sakının ve gerçekten bilin ki, siz O'na döndürülüp ŞimşekBelirli günlerde de Allah'ı ayrıca anın. Acele ederek iki günde haccını bitirene bir günah yoktur. Geride kalan için de, kötülükten sakındığı takdirde, bir günah yoktur. Allah'tan sakının; ve bilin ki hepiniz Onun huzurunda Nuri ÖztürkAllah'ı sayılı günlerde anın. Kim hemen iki gün içinde işini bitirirse ona günah yoktur. Kim de bunu geciktirir-ertelerse, sakınıp korunduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz O'nun huzurunda haşredileceksiniz. En çok arananlar kelimelerEn çok okunan hakkında33 farklı kuran mealini aynı anda okumanızı ve kıyaslamanızı sağlar, Kuran ayetlerinin Arapçasını okunaklı şekilde sunar. Arapça okunuşlarını Türkçe seslendirme karşılığıyla birlikte görebilmenize yarar. Hepsinden önemlisi, Çok uzun çalışmalar sonucu özel olarak geliştirilmiş arama motoru ile; Tüm kuran meallerini ve arapça karşılıklarını doğru ve hızlı şekilde aramanızı sağlar.
Giriş Tarihi 0939 Bakara Suresi, adını ayetlerinde geçen "bakara" sığır kelimesinden almaktadır. Kur'an-ı Kerimin en uzun suresi olan Bakara, Fatiha suresinden sonra gelir ve mushafta 2. Sırada yer alır. İçerisinde 286 adet ayeti bulunur. Bu surenin ilk ayetleri Medine'de yani hicretten sonra, kalan ayetleri Mekke döneminde inmiştir. Çok uzun olması sebebiyle içerisinde pek çok konu bulunur. Bakara Suresi 102. Ayet Bakara Suresi 102. Ayet Okunuşu Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymânsuleymâne ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihra, ve mâ unzile alâl melekeyni bi bâbile hârûte ve mârûtmârûte, ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer'i ve zevcihî, ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâhiznillâhi, ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhirati min halâkın, ve le bi'se mâ şerav bihî enfusehum lev kânû ya'lemûnya'lemûne. Bakara Suresi 102. Ayet Anlamı Onlar, Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil'de iki meleğe, Hârût'la Mârût'a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, "Biz ancak imtihan vasıtasıyız, sakın küfre sapma!" demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdir. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. And olsun onlar, bunu sihri satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlrdı. Karşılarında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi! Bakara Suresi 102. Ayet Tefsiri Hz. Süleyman Kitâb-ı Mukaddes'te ve Kur'an-ı Kerîm'de kişiliğinden ve faaliyetlerinden genişçe söz edilen bir peygamberdir. Yahudi literatüründe kendisinden, peygamberden çok kral olarak bahsedilir. Kitâb-ı Mukaddes'te ismi, "barış, selâmet" anlamında Şelomo olarak geçer. Babası Hz. Dâvûd, annesi Batşeba'dır II. Samuel, 12/24. Hz. Dâvûd'un yaşlılığında onun yerine, yaklaşık milâttan önce 970'te İsrâil tahtına geçmiş; dönemin Mısır firavununun kızıyla evlenmiş; kırk yıl hükümdarlıkta kalmış; bu sırada Irmak'tan Fırat Filistîler diyarına ve Mısır sınırına kadar uzanan geniş bir ülkede hüküm sürmüştür I. Krallar, 4/21. Oldukça zengin ve aynı zamanda hikmet sahibi bir hükümdardı. Sadece bir defa savaş yapmış ve galip gelmiştir. Kendi adıyla anılan ve yahudilerce en kutsal mekân olarak bilinen Kudüs'teki ünlü mâbedi inşa etmiştir Süleyman Mâbedi hakkında bk. İsrâ 17/1. Kitâb-ı Mukaddes'te bir bölüm, "Süleyman'ın Meselleri" başlığıyla ona nisbet edilir, ayrıca 72 ve 127. Mezmurlar'ın da ona ait olduğu kabul edilir. Kur'an-ı Kerîm'in on altı yerinde Hz. Süleyman'ın adı anılmakta; keskin zekâsı, engin bilgisi ve hikmetinden söz edilmekte; bu meziyeti sayesinde girift hukukî ve sosyal meseleleri hallettiği, kuşların ve diğer hayvanların dillerini bile öğrendiği; bitkilere, rüzgâra, hayvanlara ve cinlere hükmettiği; erimiş bakırı kullanarak çeşitli araçlar ve gereçler yaptığı bildirilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes'te Hz. Süleyman'ın âhir ömründe putlara taptığı, bu yüzden Allah'ın gözünden düştüğü ve O'nun öfkesine uğrayarak hükümdarlığının elinden alınmasıyla tehdit edildiği ileri sürülürken, Kur'an-ı Kerîm'de bütün peygamberlerin mâsumiyeti yönündeki yaklaşım Hz. Süleyman için de sergilenerek bu iddia kesinlikle reddedilmiş aşağıya bk. ve onun sadece bir defa, çok sevdiği cins atlarıyla meşgul olmak yüzünden Allah'ı anmayı ihmal ettiği dua veya ibadetinin vaktini geçirdiği, fakat çok geçmeden bu hatasından dolayı tövbe edip af dilediği ve bağışlandığı bildirilmiştir Sâd 38/30-35. Âyetteki "şeyâtîn" şeytanlar kelimesi klasik tefsirlerde geleneksel anlamda şeytanlar şeklinde anlaşılmış; ancak M. Reşîd Rızâ, En'âm sûresinin 116. âyetine dayanarak buradaki şeytanları "birtakım kıssalar ve masallar anlatan insanlar veya vesvese veren cinler veya her iki cinsten varlıklar" I, 397, Süleyman Ateş de "şeytan ruhlu kişiler" şeklinde yorumlamıştır I, 203. Anılan kelimenin, bu söylenenlerin hepsini kapsadığı da düşünülebilir. Sözlükte sihir "sebebi ve kaynağı gizli durum, büyü, gözbağcılık" gibi anlamlara gelen Arapça bir kelime olup, terim olarak tabiat üstü güçlerle ilişki kurmak veya kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneleri kullanmak suretiyle faydalı, koruma gayeli ya da zararlı bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işleri ifade eder. Sihir veya büyünün başlıca gayesi, bitkileri, hayvanları, insanları, doğal olayları, güçleri veya nesneleri kullanarak veya kontrol ederek birine iyilik ya da kötülük etmek suretiyle maddî veya mânevî bir menfaat ve başarı sağlamaktır. Bu anlamda büyü, tarihin çok eski dönemlerinden beri her toplumda yapılmış ve yapılmakta olup antropoloji, sosyoloji, fenomenoloji, dinler tarihi, etnoloji, mitoloji gibi bilim dallarıyla uğraşanlar büyünün nitelik ve özellikleri, tarif ve tasnifi, dinle büyünün ilişkisi, benzer ve farklı yönleri vb. konular üzerinde durmuşlar, sonuçta bu alanda çok geniş bir literatür oluşmuştur. Câhiliye döneminde de sihir yaygındı. Cincilik, kehanet, fal okları atmak, yıldızlara bakmak, küçük kareler çizip içlerine harf veya sayı yazmak, düğüm atmak ve üflemek gibi sihir çeşitleri uygulanmaktaydı ve bütün bu işler putperestlikle birlikte yürütülüyordu. Araplar sihirbazlardan çekinir ve onlara saygı duyarlardı. Özellikle eski dönemlerde Firavun gibi hak dine karşı mücadele verip onu başarısız kılmaya kalkışanların sihir ve sihirbazlardan yararlanma yoluna gitmesi; ayrıca müşriklerin, Hz. Peygamber'in ve İslâm'ın başarısını sihir diye niteleyerek gölgelemeye çalışmaları sebebiyle Kur'an-ı Kerîm ve hadislerde de sihir konusuna yer verilmiştir. Fahreddin er-Râzî III, 206-213, sihrin mümkün olup olmadığı sorusuna cevap vermeden önce sihir kavramı içine giren bütün uygulamaları sekiz madde altında toplamıştır 1. Keldânîler'in sihri. Yıldızperestliğin hâkim olduğu, dünyanın yıldızlar tarafından yönetildiğine inanılan bu kültürde, tılsım da denilen bu sihir çeşidinin gök cisimlerinin yardımıyla yapıldığına inanılırdı. 2. Güçlü ruh nefis sahiplerinin sihri. Bazıları, insanın ruhu uygun biçimde eğitilirse gizli şeyleri görecek düzeyde duyu, algı ve irade gücünün geliştirilebileceğini, bu sayede başkalarınca imkânsız gibi düşünülen birçok bilgi edinebileceğini, işler başarabileceğini söylerler. 3. Yerdeki ruhlardan yardım alınarak gerçekleştirilen sihir. İnsan ruhunun bu ruhlarla veya cinlerle bağlantı kurması suretiyle yapıldığına inanılan sihirdir. 4. El çabukluğu ve algı yanıltmaları şeklindeki sihir. Hokkabazlık, gözbağcılık gibi uygulamalar bunun örneğidir. 5. Bazı teknik cihazlarla sergilenen sihir. Maharetli bir aleti kullanarak bununla ilk defa sergilenen görüntüler ses çıkaran heykeller, ışık gösterileri gibi, işin mahiyetini bilmeyen insanlarca olağan üstü sanılır. 6. İlâçlar yardımıyla yapılan sihir sporcunun doping yapmak suretiyle normal gücünün üstünde performans göstermesi gibi. 7. Kalbi bağlayarak yapılan sihir. Sihirbazın, şarlatanlık yaparak, ism-i a'zamı bildiğine, bununla istediğini yapabileceğine muhatabını inandırmak suretiyle onu etki altına alıp dilediğini yaptırmasıdır. 8. Kovculuk yapmak, insanları birbirine düşürmek suretiyle yapılan sihir. Râzî, bunun insanlar arasında yaygın olduğunu da belirtir. Râzî'nin tesbitine göre Mu'tezile âlimleri, sihir adı altında ileri sürülen, fakat gerçekte doğal sebeplere dayalı doğal olaylardan ibaret olan gösterilerin sihir olmadığını belirtmişler; bunun dışında kalan ve olağan üstü güçler yardımıyla gerçekleştirildiği öne sürülen bütün sihir çeşitlerini asılsız, imkânsız olan sahte gösterilerden ibaret saymışlardır III, 213. Ehl-i sünnet âlimlerinin önemli bir kısmı, sihir diye ortaya konan işlemlerin büyük bölümünün gerçekte hünerli bazı kimselerin sergilediği el çabukluğu, algı yanıltması, halkın bilgisizliğinden yararlanarak bazı fizik kanunlarını istismar etme; esrar, morfin vb. uyuşturucu veya sarhoş edici maddeler veya ilâçlar içirerek bir kısım insanları etkileme, umulmadık yöntemlere başvurarak insanları birbirine düşürme gibi gerçekte normal olan bir olayın olağan üstü bir yanı varmış gibi gösterilmesinden ibaret olduğunu belirtmişlerdir. Bunlar mümkündür, fakat gerçek anlamda sihir değildir. İbn Haldûn, Mukaddime'sinin s. 497 "Sihir ve Tılsım İlimleri" başlıklı bölümünde bazı insanların, ruhun nefis kuvveti veya şeytânî güçlerin yardımıyla varlıkları etkileyerek, yıldızların ruhaniyetini celbederek, bu sayede varlıklar üzerinde tasarrufta bulunabileceklerini, nitekim kâhinlerin "şeytânî güçler yardımıyla gayb konularını bilme özelliğine sahip olduklarını" düşünmektedir. Ehl-i sünnet çizgisindeki müfessirler de, özellikle konumuz olan âyet ile Felâk sûresinin 4. âyetine, bazı hadis veya haberlere dayanarak genellikle sihirde kısmî bir gerçeklik payı bulunduğu kanaatindedirler. Bununla birlikte a hakiki olanının hayalî olanından ayırt edilememesi, b böyle bir ayırıma imkân veren objektif ölçüler bulunmaması, c dolayısıyla kontrol edilemez olması, d Allah'ın kurduğu tabii düzeni değiştirmeyi amaçlaması, e insanların bilimsel gerçeklere meselâ bilimsel tedavi yöntemlerine güvensizlik duymalarına yol açması, f insanların zaaflarını, dertlerini, korkularını veya ümitlerini sömürmeye ve onları aldatmaya elverişli olması gibi sakıncaları sebebiyle büyücülerin veya sihirbazların birçok gizli şeyi bilebildiği, tabiat üstü işler başarabildiği şeklindeki yaygın inançlar, birkaç istisna dışında bütün kaynaklarda İslâm'a aykırı görülmüş; sihri mubah saymanın, haramı helâl saymak anlamına geleceği, bu sebeple de müslümanın dinden çıkmasına sebep olacağı kanaatine varılmıştır. Ayrıca en yetkili ve güvenilir müslüman bilginler, bir kimsenin, sihrin haram olduğuna inanmakla birlikte, sihir yapmasının veya yaptırmasının ya da sihre ve sihirbaza inanmasının da büyük günah olduğu konusunda ittifak etmişlerdir bu husustaki hadisler için meselâ bk. Buhârî, "Vesâyâ", 23; Müslim, "Îmân", 144; Ebû Dâvûd, "Vesâyâ", 10. Aslında sihir menfaat amaçlı bir uygulama olduğundan Allah, Peygamber ve din gibi kutsal gerçekleri tanımaz; bununla birlikte ihtiyaç duyduğunda söz konusu değerleri menfaat ve başarı aracı olarak kullanmaktan da çekinmez. Bütün bu anlayış ve uygulamalar, Allah'ın irade ve kudretinin üstünde işler başarabileceği iddiasında olan veya öyle sanılan ya da eyleminin içeriğinde böyle bir iddia saklı bulunan sihirbaza Peygamber'den, hatta Allah'tan daha büyük değer vermek anlamını ortaya çıkarmakta olup sihir yapmayı ve yaptırmayı yasaklayan hükmün temelinde öncelikle bu gerekçeler bulunmaktadır daha genişbilgi için bk. Ateş, I, 206-211; Günay Tümer, "Büyü", DİA, VI, 501-506. Bâbil Eski Mezopotamya'nın en büyük ve en ünlü şehridir. Bağdat'ın 88 km. güneyinde, Fırat'ın doğu kıyısındaki yedi tepe üzerinde kalıntıları bulunan ve 2000 seneden fazla tarih sahnesinde kaldığı bilinen şehrin adına ilk defa milâttan önce III. binyılın sonlarına ait Akkad vesikalarında rastlanırsa da kuruluşunun çok daha eski olduğu tahmin edilmektedir. Şehir, içinde çeşitli medeniyetleri barındırmış olup bunların en önemlileri, kanunlarıyla ünlü hükümdar Hammurabi'nin yetiştiği Amurrular dönemiyle, Bâbil'e en parlak çağını yaşatan Keldânîler dönemindekilerdir. Bâbil'e dünyanın yedi hârikasından biri sayılan ünlü asma bahçeleriyle, Büyük İskender'in de içinde öldüğü muhteşem sarayı kazandıran Buhtunnasr da II. Nebukadnezzar bir Keldânî hükümdarıydı. Milâttan önce 598'de Kudüs'ü işgal eden Buhtunnasr, kral olarak görevlendirdiği Tsedekiya'nın Bâbil'e vergi ödemeyi reddetmesi üzerine şehri 586'da ikinci defa işgal ve tahrip etmiş; yahudilerin tamamını Bâbil'e götürmüş ve yahudi tarihine "Bâbil esareti" diye geçen bu olay kırk yedi yıl sürmüştür. Bâbil, ne zaman yapıldığı bilinmeyen, bugün harabesi bulunan, yaklaşık 85 m2 genişliğinde bir plan üzerine oturtulan 75 m. yüksekliğindeki ünlü kulesiyle de şöhret bulmuştur. Bâbil'in diğer bir özelliği ise, tarihi boyunca Mezopotamya'nın astronomi, astroloji, kehanet ve sihir merkezi olmasıdır. Nitekim konumuz olan âyette de şehrin bu özelliği zımnen dile getirilmektedir daha genişbilgi için bk. Ömer Faruk Harman, "Buhtunnasr", DİA, VI, 380-381; Sargon Erdem, "Bâbil", DİA, IV, 392-395. Konumuz olan âyette iki melek ismi olarak geçen Hârût ve Mârût kelimelerinin aslıyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Bir görüşe göre bu kelimelerin aslı Haurvatat ve Ameretât'tır Lagarde, Gesammelte Abhandlungen, s. 15, 169 Bu takdirde dinî varlıklar olarak Hârût ve Mârût'a ilk defa Zerdüştîliğin dinî metinlerinde rastlanmaktadır bk. M. Boyce, "Amurdad", Encyclopaedia Iranica, I, 998. İslâmî literatürde Hârût ve Mârût hakkında nakledilen rivayetlerin çoğu az farkla, bir geç dönem yahudi eseri olan Midraş Avkir'de bulunur. Buradaki rivayete göre tûfandan sonra putperestlik ibadetinin hâlâ sürmesi Elohim'i Tanrı kızdırır. Şemhazai ve Azael adında iki melek Tanrı'ya, insanı yaratmasının kötü olduğunu söylerler; çünkü insanlar yeryüzünde bozgunculuk yapmışlardır. Bu iki meleğin, dünyaya indiklerinde insanlar arasında Tanrı'nın hükmünü yayacaklarını vaad etmeleri üzerine Tanrı onları yeryüzüne gönderir. Hikâyenin geri kalan kısmına bakılırsa bu melekler insanlara sihir öğretirler. Kökeni çok daha eski rivayetlere uzanan bu hikâye şüphesiz Tekvîn'deki 6/2-4 "Tanrı oğullarının insan kızlarıyla" olan evliliklerini açıklamaya yöneliktir. "Tobit Kitabı" 3/8 ve "Süleyman'ın Ahdi" adlı apokrifal uydurma yahudi metinlerinde Tanrı'nın denemek için gönderdiği melek, Asmodaios Asmodeus adını alır. Zerdüştîlik'te insanlara kötülüğü telkin eden bu cin, "Süleyman'ın Ahdi"nde Kur'anî ifadeyi çağrıştıracak şekilde karı ve kocanın arasını açmak için insanlara büyü öğreten kötü bir varlık pozisyonundadır E. Davis, "Asmodeus", Encyclopaedia Judaica, III, 754, 755. Yeni Ahid külliyatında Petrus'un II. Mektubu 2-4 ve Yehuda'nın Mektubu'nda 6 "düşmüş yeryüzüne gönderilmiş melekler"e atıf varsa da, bunların oryantalistlerce ileri sürüldüğü üzere Hârût ve Mârût'u ima etmesi zayıf bir ihtimaldir. Kur'an-ı Kerîm'de Hârût ve Mârût'un zikredildiği konumuz olan âyet, Süleyman'a atılan iftiralarla Hârût ve Mârût'un sihir öğretişi hakkında iki ana konuya dair bilgi verir. Müfessirler bu âyetin sihir öğretme ve öğrenmenin sakıncalarını vurguladığı konusunda hemfikirdirler. Bu âyette Hârût ve Mârût hakkında ayrıntıya girilmediği, ayrıca Hârût ve Mârût'la ilgili senedi güvenilir hiçbir hadis bulunmadığı halde tarih ve tefsir kitaplarında, özellikle "İsrâiliyat" denilen ve hadis literatürüne de giren yahudi kaynaklı rivayetlerde bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Ancak Taberî, Kādî İyâz, İbn Hazm, Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Kurtubî, İbn Kesîr, İbnü'l-Cevzî, Fahreddin er-Râzî, Tabersî gibi müfessir ve bilginler bu rivayetleri tenkit etmişler, uydurma veya zayıf olduğunu ifade etmişlerdir. Meselâ İbn Kesîr bu rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ve gerçekte yahudi asıllı Kâ'b el-Ahbâr'dan kaynaklandığını belirtir rivayetlerin tenkidiyle ilgili geniş bilgi için bk. İyâde b. Eyyûb el-Kübeysî, "Kıssatü Hârût ve Mârût fî mîzâni'l-menkûl ve'l-ma'kul", ed-Dirâsâtü'l-İslâmiyye, XXVII/3, s. 5-72. Öte yandan âyetteki ilgili kelimenin mütevâtir olan okunuşu "melekeyn" iki melek şeklinde olmakla birlikte İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Ebü'l-Esved ve Dahhâk gibi bazı âlimler bu kelimeyi "melikeyn" iki melik, iki kral şeklinde okuyarak Hârût ve Mârût'u insan isimleri olarak kabul etmişlerdir. İbn Hazm ise bunların melek değil iki şeytan veya iki cin kabilesi olduğunu ileri sürmüştür. Buradaki "melekeyn" iki melek kelimesinin, "iki kudretli kişi" veya "iki ruhanî kişi" anlamında mecaz olduğunu ileri sürenler de vardır Reşîd Rızâ, I, 402. Sözlükte fitne kelimesi "sınama, deneme, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme" şeklinde açıklanır. Kelime Kur'an-ı Kerîm'de daima kişinin inanç ve ahlâk bakımından denenip sınanmasını ifade edecek biçimde kullanılmıştır. Hadislerde ve diğer İslâmî literatürde ise Kur'an'daki anlamı yanında, "dinî, sosyal ve siyasî kargaşa" anlamında da yaygın olarak kullanılmaktadır. İnanç uğruna mâruz kalınan ağır işkence için de fitne kelimesi kullanılmıştır meselâ bk. Câhiz, el-Osmâniyye, s. 29, 30, 32, 40. Konumuz olan âyette de fitne kelimesi "insanların imanlarında ne kadar sebatkâr olduklarının sınanıp denenmesi, onların bu bakımdan imtihandan geçirilmesi" anlamında kullanılmıştır. İlgili melekler ise böyle bir imtihan aracı olarak gönderilmişlerdir fitne teriminin Kur'an-ı Kerîm, hadisler ve diğer İslâmî literatürdeki anlamı hakkında genişbilgi için bk. Bakara 2/191. Hz. Peygamber dönemindeki yahudiler, Kur'an'ın verdiği bilgileri kabul ederek, diğer bütün peygamberler gibi Hz. Süleyman'ın da mâsum, faziletli ve hikmet sahibi bir peygamber olduğuna inanmak yerine, yahudi literatüründe geçen ve onu, işlerini sihirle yürüten, işretçi, âsi ve günahkâr, hatta putperestliğe sapmış bir kral olarak gösteren düzmece bilgilere, isnat ve iftiralara inanırlardı. Yersiz yurtsuz dolaşmaları ve uzun zamanlar esir hayatı yaşamaları sebebiyle cahilleşen, yoksullaşan ve İbrâhimî kültürden uzaklaşıp yozlaşan yahudiler, kendi tarihlerinde gelip geçmiş birçok peygamber gibi Hz. Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında da şeytanların, cinlerin veya şeytan karakterli insanların telkinlerine, kâhinlerin derlediği sihir kitaplarına uyarak gerçek dışı kanaatlere sapmışlardı. Kezâ onlar, cinlerin insanlara gaybı öğrettiği, Süleyman'ın ilminin bu kaynaktan geldiği, saltanatını da bu bilgilerle gerçekleştirdiği, bu bilgiler sayesinde insanları, cinleri, rüzgârı emri altına aldığı yolunda inançlara kapılmışlardır Zemahşerî, I, 85. Asıl kâfir olan Süleyman değil şeytanlardır; "Çünkü insanlara sihri ve Bâbil'de iki meleğe, Hârût'la Mârût'a indirileni öğretiyorlardı." Müfessirlerin çoğu Hârût ve Mârût'a indirilenin de sihir olduğunu belirtirler. Buna göre şeytanların öğrettiği şey, Allah tarafından bu iki meleğe indirilen sihirdir. Fakat bazı eski ve yeni müfessirler, "ve mâ ünzile ale'l-melekeyni" cümlesindeki "mâ" kelimesini olumsuzluk edatı kabul ederek bu cümleyi, "İki meleğe Cebrâil ve Mîkâil böyle bir şey indirilmedi" şeklinde anlamışlardır bk. Taberî, I, 452; Şevkânî, I, 131; Reşîd Rızâ, I, 403. İbn Abbas ve Rebî' b. Enes'e isnat edilen bu yorumu dikkate alan Taberî âyeti şöyle anlamlandırıyor "Onlar yahudiler, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanın düzüp koştuğu şeylere uydular. Halbuki iki meleğe böyle bir şey indirilmedi. Fakat inkârcı şeytanlar Bâbil'de insanlara, yani Hârût ve Mârût'a sihir öğretiyorlardı. Buna göre âyetteki iki melekten maksat Cebrâil ve Mîkâil'dir. Çünkü yahudi sihirbazları, Allah'ın Süleyman'a sihri Cebrâil ve Mîkâil'in diliyle indirdiğine inanırlardı. Âyette Allah bunu yalanlamış ve elçisi Hz. Muhammed'e, Cebrâil ve Mîkâil'in asla sihir indirmediğini haber vermiş; ayrıca Süleyman'ı, yahudilerin isnat ettikleri sihirden tenzih etmiş; sihrin bir şeytan işi olduğunu, şeytanların Bâbil'de insanlara sihir öğrettiklerini; aslında insanlara bunu öğretenin, Hârût ve Mârût isimli iki kişi olduğunu bildirmiştir. Bu anlayışa göre Hârût ve Mârût insan isimleridir ve böylece yahudilerin iddiaları reddedilmiş olmaktadır Taberî, I, 452. Seyyid Kutub da âyeti bu yönde açıkladıktan sonra şöyle diyor "Anlaşılan ortada bu iki melekle ilgili bir hikâye vardı. Yahudiler ya da şeytan, bu iki meleğin büyücülüğü bildiklerini, onu halka öğrettiklerini iddia ediyor ve bu sanatla ilgili bilginin onlara Allah tarafından verildiğini yayıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm bu iftirayı, yani büyücülüğün bu iki meleğe indirildiği iftirasını da yalanlıyor" I, 146. Ancak Elmalılı, âyetin devamının böyle bir yorumu kabule elverişli olmadığı kanaatindedir I, 95-96. Âyette sihrin bir fitne, yani ona inanıp inanmayacakları, bu işle meşgul olup olmayacakları hususunda insanlar için bir imtihan vasıtası olduğu; sihirbazların, Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremeyecekleri bildirilmiş; bu arada yahudilerin, kendisini sihre kaptıran bir kimsenin âhiret hayatını büsbütün kaybedeceğini bile bile, yarar sağlayacak bilgiler yerine zarar getirecek bilgiler peşinde koştukları ifade edilmek suretiyle sihre inanmanın, yapmanın ve yaptırmanın dinî bakımdan ne kadar sakıncalı olduğu bir defa daha ortaya konmuştur. Sonuç olarak bu âyet, Hz. Peygamber dönemindeki Medine yahudilerinin ve onlardan etkilenen Araplar'ın bir peygamber olan Hz. Süleyman'ın putperestliğe saptığı yolundaki iftiralarını reddetmektedir. Nitekim Kitâb-ı Mukaddes'te de bu iftira yer almaktadır. "I. Kırallar"da 11/4-13, "Ve vâki oldu ki Süleyman'ın ihtiyarlığı zamanında karıları onun yüreğini başka ilâhların ardınca saptırdılar. Ve babası Dâvûd'un yüreği Allah'ı rab ile bütün olduğu gibi onun yüreği bütün değildi" denildikten sonra Süleyman'ın hâşâ! sapkınlığından örnekler sıralanmakta, daha sonra cezalandırıldığı anlatılmaktadır. İslâm dini bütün peygamberlerin mâsum Allah tarafından günah işlemekten korunmuş olduklarını bildirir; onları iman, hidayet ve fazilet önderleri olarak kabul eder. Konumuz olan âyete göre Hz. Süleyman ne sihir yapmış ne de kâfir olmuştur. Bu, yahudilerin iftirasından başka bir şey değildir. Sihir denilen sahtekârlık veya fitne-fesat işlerini ancak şeytanlar türetip insanlara öğretirler. Bunlar müslüman işi değildir. Melekler insanlara, kötülük yapsınlar diye bilgi vermezler. Çünkü bu büyük bir günahtır, melekler ise günah işlemeyecek yapıda yaratılmışlardır. Onların öğrettiği hususlar birer deneme vesilesidir; dolayısıyla insanlar onları iyi maksatlar veya –eşlerin arasını bozmak gibi– kötü maksatlar için kullanabilirler ve Allah katında bu tutumlarına göre yargılanırlar. Şunu da bilmek gerekir ki, Allah'ın izni olmadıkça kötü niyetliler zarar veremezler; onlar sadece âhirette kendilerine zarar verecek şeyleri satın almış ve böylece çok kötü bir iş yapmış olurlar. Şu halde âyetin asıl maksadı Hz. Süleyman'ı yahudilerin iftiralarından tenzih etmek, kötülüğün kaynağının peygamberler veya melekler değil, şeytanlar veya şeytan tabiatlı cinler veya insanlar olduğunu, meleklerin insanlara telkin edeceği bilgileri birer imkân ve dolayısıyla imtihan sebebi bilip bunları hayırlı konularda değerlendirmek gerektiğini anlatmak, böylece müminleri yanlış inanç ve uygulamalardan korumaktır. Kaynak Kur'an Yolu Tefsiri Cilt 1 Sayfa 166-174
Bakara suresi Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun suresi olarak bilinmektedir. HZ. Musa dönemindeki olaylardan başlayıp birçok İslâm hukukunun ana konularıyla ilgili hüküm içermektedir. Müslümanlar Bakara suresi nasıl okunur, Bakara suresi kaç ayettir, Bakara suresi Türkçe meali nedir? soruların yanıtlarını merak ediyorlardı. İşte ayrıntılar... Bakara Suresi Arapça BAKARA SURESİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ Bakara Suresi Tefsiri Sûrenin ilk âyetlerinin hicretten sonra Medine’de ilk nâzil olan âyetler olduğu kabul edilir. Bununla beraber bütün Kur’ân-ı Kerîm’in en son nâzil olduğu rivayet edilen “vetteķū yevmen = واتّقوا يوماً ” âyeti de yine bu sûrededir âyet 281. Buna göre hicretten sonra inmeye başlayan sûrenin nüzûlü dokuz on yıl sürmüş ve bütün Medine devri boyunca devam etmiştir. Âyet sayısı ihtilâflı olmakla birlikte Kûfeliler’in sayımına göre 286’dır. Fâsıla*ları, “kalk düşünelim” anlamına gelen قم لندبر sözündeki ب، د، ر، ق، ل، م، ن harfleridir. Bakara sûresine ayrıca içindeki Âyetü’l-kürsî’den âyet 255 dolayı Sûretü’l-kürsî, ihtiva ettiği hükümlerin çokluğu sebebiyle Füstâtü’l-Kur’ân adları da verilmiştir. Sûrenin biri “senâm” zirve, diğeri “zehrâ” parlak beyaz, nurlu olmak üzere iki de lakabı vardır. Nitekim üçüncü sûre olan Âl-i İmrân ile birlikte bu iki sûreye “Zehrâvân” denilmiştir. Türkçe’de “hatim başı” veya “büyük elif-lâm-mîm” diye de adlandırılır. Ancak en meşhur adı Bakara’dır. Arapça’da “sığır, inek” anlamına gelen bu söz sûrede genel olarak sığır cinsi için değil bir tek inek için kullanılmıştır. Tevrat’ın Tesniye bölümünde de yer aldığı üzere 21, 1-9 Hz. Mûsâ devrinde, İsrâiloğulları arasında fâili bulunamayan bir cinayetten dolayı diyet olarak kurban edilmesi gereken bu ineğin bazı özellikleri vardı. Peygamberlere ayrıntılı sorular sormanın uygun olmadığı yolunda birtakım uyarıları da ihtiva eden bu hikâye Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca bu sûrede geçmektedir âyet 67-71. Bakara sûresi sadece sayfa ve âyet sayısı bakımından Kur’an’ın en uzun sûresi değil, aynı zamanda içine aldığı konuların çokluğu ve çeşitliliği bakımından da çok yönlü bir sûresidir. Sûrede başta iman esasları olmak üzere insanın yaratılışı, kıblenin değişmesi, namaz, oruç, hac, sadaka, boşanma, nesep, nafaka, borçların kaydedilmesi gibi pek çok konuya yer verilmiştir. Bunlar doğrudan doğruya veya dolaylı olarak dini ve dindarlığı ilgilendiren meselelerdir. İslâmiyet’in gelişme ve yayılma süreci içinde değişik zamanlarda gündeme gelmiş olan bu konular, daha önce veya daha sonra nâzil olan diğer sûrelerdeki âyetlerle de ilişkilidir. Uzun aralıklarla bölüm bölüm inen ve birbirinden farklı konuları ihtiva eden sûrenin nüzûlünü tek sebebe bağlı olarak açıklamak mümkün görünmemektedir. Bununla beraber sûrenin muhtevası anlatılırken yeri geldikçe o kısmın nüzûl sebebine de işaret edilecektir. Dikkatle incelendiği zaman baştan sona sûrede ön planda tutulan ana hedeflerin üç noktada yoğunluk kazandığı görülür. 1. İslâm dininin iman esaslarını açıklamak, bilhassa Âyetü’l-kürsî’de doruk noktasına varan tek tanrı tevhid inancının özelliklerini belirtmek, müslümanların nasıl bir tanrı inancına sahip olmaları gerektiğini ortaya koymak. 2. Kur’an hidayetinin ne olduğunu âyet 185 ve bu hidayet karşısında çeşitli insan gruplarının durumunu ve yerini belirlemek. 3. Müslümanların başka dinlerin mensuplarından ayrı, müstakil bir cemaat ve kendine mahsus vasıfları bulunan bir ümmet olduklarını ortaya koymak, bu ümmetin toplu davranış kurallarını belirtmek; bununla ilgili olarak İsrâiloğulları’nın din anlayışı ve uygulamasında içine düştükleri yanılgı ve sapmalardan çarpıcı örnekler vererek müslümanları uyarmak. Daha önce Mekke devrinde nâzil olan sûre ve âyetlerde iman ve itikad konularına ağırlık verildiği ve bu gibi konulara ferdî psikoloji açısından yaklaşıldığı görülür. Putperestliğin ve ilkel din anlayışının zihin bulandıran belirsizliği karşısında kâinat ve hayat olaylarını tek tanrı inancının ışığında ele alan ve açıklayan yeni dinin ilkelerindeki tutarlılık ve berraklık savunulur. Mekke devrinde nâzil olan âyetlerde gözetilen hedef, kişiyi içine düştüğü inanç çelişkisinden kurtarmak ve ferdî mânada hidayete kavuşturmaktır. Oysa Medine devrinde artık müslümanlar tek tek inanç arayışı içinde olan kişiler değil diğer dinlerin mensupları ve inanç grupları karşısında belli bir cemaattir. O zamana kadar gelen âyetlerle hidayet ve takvânın fert açısından taşıdığı mânalar zaten ortaya konmuş bulunmaktadır. Artık bu gibi İslâmî kavramların toplum açısından ne anlam ifade ettiğinin açıklanmasına, birtakım toplu davranış örnekleriyle ortaya konmasına sıra gelmiştir. İslâmiyet mücerret kavramlar üzerine kurulu bir felsefî sistem değil, iyi hareket ve güzel davranış demek olan “sâlih ameller” dini olduğuna göre müslüman toplumuna yön verecek ilke ve kuralların bilinmesine ihtiyaç vardır. Bundan dolayı sûrenin pek çok fâsılası çoğul sigasıyla gelmiş, sûre, sonu büyük kurtuluşa çıkan iman ve hidayet yolunun yolcularını belirleyerek ve bu kitabın onlar için hidayet rehberi olduğunu ilân ederek söze başlamıştır. Bu bakımdan bütünüyle Fâtiha sûresindeki, “Ey Rabbimiz, sen bizi doğru yola ulaştır!” duasının âyet 6 cevabı ve açıklaması gibidir. Fâtiha sûresinde Allah’tan istenen hidayetin ne olduğu bütün yönleriyle bu sûrede açıklanır; hem iman ve itikad esasları bakımından, hem de o imanın gereği olan ibadet ve davranış örnekleri bakımından ortaya konur. Dindarlığı belirleyen şekil ve kurallarla birlikte o kuralların hangi mânevî hedefleri ve ne gibi ince hikmetleri gözettiği de bildirilir. Buna göre dindarlığın bir yönüyle disiplin, ciddiyet, itaat ve teslimiyet, diğer yönüyle bilgi, tefekkür, basîret, hikmet, sevgi ve samimiyet olduğu ortaya konur. Sûrenin ilk âyetleri, söz konusu hidayet karşısında çeşitli insan gruplarının yerini belirleyen bir giriş mahiyetindedir. Buna göre insanlar müminler, kâfirler, bir de iki yüzlü kararsızlar olarak üçe ayrılırlar. Bu üçüncü gruptan olan iki yüzlülerden bir kısmına, daha sonra nâzil olan Nisâ âyet 137-145, Tevbe âyet 66-67 ve Münâfıkūn sûrelerinde “münafık” adı verilecektir. Bu girişten sonra Allah’a ibadet etmenin kulluğun tabii gereği olduğu açıklanır. Göklerde ve yeryüzünde meydana gelen ve bize alelâde gibi görünen olayların rabbin yüce kudretini tanıttığına dikkat çekilir. Ancak dindar olmak için o kudretin varlığını bilmek yetmez, vahiy yoluyla gelen ilâhî emirleri kabul edip onlara uymak gerekir. Çünkü gerçekte hidayetin ne olduğunu yalnızca vahiy bildirir âyet 21-24. Vahyin önemi ve onun kul gücünün üstünde bir bilgi çeşidi olduğu kesin bir dille ortaya konduktan sonra inananlarla inanmayanların vahiy karşısındaki değişik tavırları gözler önüne serilir. İnsanlar yok iken yaratılmışlar, sonra ölecekler, daha sonra diriltilecekler ve en sonunda da Allah’ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Birçok kimse bu gerçeği görmezlikten gelip inkâra sapar. Onlar Allah’a karşı üstlendikleri kulluk andını tutacak yerde yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Böyleleri hüsrana uğrayacaklardır âyet 27-29. İnsanları kendi yaratılış sebepleri üzerinde düşünmeye sevkeden bu âyetler ilk insanın yaratılışını merak konusu yapar. Bundan sonraki âyetler bu merakı gidermeye yöneliktir. Âdem yeryüzünde halife olarak yaratılmış, bilgi edinme yeteneğiyle donatılmış ve kendisine isimler öğretilmiş, bu özelliğiyle de meleklere üstün tutulmuştur. Bununla beraber eşiyle birlikte yedikleri yasak meyve yüzünden günah işlemişler ve cennetten çıkarılmışlardır. Sonra Allah yine de onlara acımış, tövbe etmeyi öğretmiş ve her ikisini de bağışlamıştır âyet 35-39. Bu âyetler, yahudi ve hıristiyanların ilk günah bk. ASLÎ GÜNAH hakkındaki nazariyelerinin vahiy temelinden yoksun, asılsız bir iddia oluğunu ortaya koyar. Aslında bağışlanmış olan bir günahın nesilden nesile sürüp gittiğini akıl ve mantık da kabul etmez. Burada anlatılmak istenen şey, Âdem ile Havvâ’nın şeytana ve nefislerine uyup günah işlemeleri, sonra tövbe edip bağışlanmaları şeklinde kendini gösteren bu iniş ve çıkışların onların soyundan gelen herkes için daima mümkün ve muhtemel olduğudur. Allah’ın emirlerine uymak ve şeytanın fitnesinden sakınmak konusunda Âdemoğulları’na dikkatli ve iradeli olmaları gerektiği yolunda bir uyarıdır. Allah’a inanan, O’ndan bağışlanma dileyenler için korkuya mahal yoktur; çünkü onlar bağışlanacaklardır. Korkması gerekenler, inkâr edenler ve inkârda direnenlerdir; çünkü onlar ateşte süresiz kalacaklardır. Sûrenin bundan sonraki âyetleri 40101, bir insanın hayatında görülebilen iniş ve çıkışların kavimlerin hayatında da görülebileceğini anlatmak üzere yahudilere eski şanlı geçmişlerinden bazı önemli olayları hatırlatır. Hz. Yakūb’un soyundan gelmeleri, Tevrat hidayetine ve tevhid inancına sahip olmaları kendileri için büyük bir nimet ve üstünlük sebebidir. Mısır’daki kölelikten de Allah’ın yardımıyla kurtuldular. Çölde susuz kaldıkları zaman suya, açlık tehlikesi karşısında bıldırcın akınına ve kudret helvasına kavuştular. Allah’ın bunca nimetlerine karşılık hemen her defasında yine de kendi kurtarıcılarına karşı gelmekten, peygamberlerini üzmekten, hatta bazılarını öldürmekten geri kalmadılar. Daha kötüsü, Mısır’daki eski efendilerinin taptığı kutsal Apis öküzünün bir benzeri olan altın buzağı heykeline tapmaya başladılar. Oysa Allah’tan başkasına tapmayacaklarına dair kesin söz vermişler ve and içmişlerdi. Allah’a verdikleri sözü tutmadılar, nimetlere nankörlük ettiler. Allah’ın kurban edilmesini emrettiği o ineği kesmemek için çok direndiler. Her seferinde bir başka bahane ile geldiler, söz konusu ineğin daha başka hangi özellikleri bulunduğunu sordular. Nihayet onun hiç çifte koşulmamış, parlak altın sarısı, iyi gelişmiş ve görenleri imrendirecek güzellikte bir inek olduğu kesinleşti. Kendi cinsinin bütün üstün özelliklerini taşıyan bu yaratık beden yapısı ile kutsal Apis öküzünü andırıyor, altın sarısı rengiyle de yahudinin altına karşı duyduğu sevgiyi temsil ediyordu. Bu iki sebepten dolayı mutlaka kesilmesi, kurban edilmesi gerekiyordu. Ancak böyle bir kurban sayesinde onlar esaretle geçen eski Mısır günlerinin etkisinden kurtulacaklardı. Yine ancak bu özellikte bir kurban sayesinde altına karşı düşkünlükleri biraz engellenmiş olacaktı. Sonuçta istemeye istemeye böyle bir kurbanı bulup kestiler. Hani neredeyse ondan vazgeçiyorlardı. Hz. Peygamber hicretin hemen ardından Medine’deki bazı yahudi kabileleriyle dostluk antlaşması imzaladı. Putperestliğe karşı vereceği mücadelede onların desteğini sağlamak, en azından onların karşısına çakmalarına engel olmak istiyordu. İşte Bakara sûresinin yahudilerle ilgili olan bu bölümleri, Hz. Peygamber’in yahudi cemaatleriyle ilişkiye girdiği sıralarda nâzil olmuştu. Bu sebeple Bakara sûresindeki “ehl-i kitap” tabiri daha çok yahudiler için geçerli olup müslümanların hıristiyan cemaatlerle ilişki kurmaları Uhud Savaşı’ndan sonra, İslâmiyet’in Medine dışına yayılmaya başlamasıyla mümkün olmuştur. Bu ilişkiler bundan sonraki Âl-i İmrân sûresinde söz konusu edilecektir. Hz. Peygamber, aradaki yazılı antlaşmalara rağmen Medine’deki yahudi müttefiklerinden beklediği desteği göremedi. Onlar hemen her hadisede müşriklerle birlik olup müslümanları arkadan vurmaya çalıştılar. Oysa kendi kitapları olan Tevrat’ı tasdik eden Kur’an’a herkesten önce inanmaları gerekiyordu. Çünkü vahyi, peygamberin kim olduğunu, hatta gelecek olan peygamberin bazı özelliklerini biliyorlardı. Bütün bunlardan dolayı sûrenin 41. âyeti onlara, “Bari inkâr edenlerin ilki siz olmayın!” şeklinde sitem etmektedir. “Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa yine kendi içlerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu inanmazlar” âyet 100. Yahudilerin vaktiyle kendi peygamberlerine karşı da aynı hırçın ve dönek tutumu sergilediklerini bildiren ve bunu canlı misallerle gözler önüne seren bu âyetler, onların ne kadar güvenilmez insanlar olduklarını ortaya koyar. Fâtiha sûresindeki “gazaba uğramış olanlar” ifadesinin bir bakıma gerekçesi ve tefsiri sayılan bu âyetlerde müslümanlara yahudinin karakter yapısını tanıtma hedefi güdülmüş olduğu söylenebilir. Ancak esas hedefin bundan da ötede bir mesajı gözettiği kesindir. O da müslümanların kendi peygamberlerine karşı gösterecekleri davranışlarda yahudilere benzememeleri gereğidir. Çünkü onlar, “İşittik ve isyan ettik” dediler âyet 93. Halbuki müminler, “İşittik ve itaat ettik” demek durumundadırlar âyet 285. Onlar Allah’ın kitabını bir yana bırakıp başka yollarla hidayet aradılar. Hz. Süleyman’ın, hükümranlığını sihir vasıtasıyla elde ettiği yolunda şeytanların uydurup yaydıkları sözlere tâbi oldular. Peygamberler hakkında saygısızlık ifade eden düşünce ve sözlerden uzak durmayı ihtar eden âyetlerden âyet 102-104 sonra yahudi ve hıristiyanların dinde üstünlük iddialarının ve yalnızca kendilerinin cennet ehli oldukları yolundaki kanaatlerinin yanlışlığı vurgulanır. Halbuki, “Özünü iyilikle ve samimiyetle Allah’a yöneltenlere rableri katında daima mükâfat vardır” âyet 112. Önemli olan da doğuya veya batıya yönelmek değil her yerde Allah’ın kudretini görebilmektir âyet 115. Bu âyet ve bundan sonraki âyetler, kıblenin Kâbe yönüne çevrilmesi için gerekçe anlamı taşır. Zaten o bina, birer peygamber olan İbrâhim ve oğlu İsmâil tarafından yalnızca Allah’a ibadet için yapılmış mübarek bir evdir. İbrâhim’in duası, kendi soyundan Allah’a inanmış insanların gelmesi ve yoldan çıkanları uyarmak üzere Allah’ın onlara kendi içlerinden peygamberler göndermesi şeklindeydi. Yakūb da ölüm döşeğinde çocuklarından, ataları İbrâhim’in dinine bağlı kalacakları hususunda söz almıştı. “Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız da sizindir. Onların yaptıklarından siz sorguya çekilmeyeceksiniz” âyet 134, 141. Allah’ın bir yeri kıble yapması, yalnızca Peygamber’e uyanlarla uymayanları belli etmek içindir âyet 143. İlk zamanlarda müslümanlar namazda yahudilerin kıblesi olan Kudüs’e yöneliyorlardı. Yahudiler bu durumu istismar ediyor, onları kendilerini taklide özenen basit insanlar gibi görmeye ve göstermeye çalışıyorlardı. Hem bu istismarı önlemek, hem de ibadetin şu veya bu yöne değil doğrudan Allah’a yapılmasındaki önemi göstermek üzere âyet, Hz. Peygamber’in ve bütün müslümanların bundan böyle namazlarında Mescid-i Harâm tarafına dönmelerini son bir defa daha tekrarlayarak hükme bağlar âyet 144 ve Allah’ın bir hükmü ortadan kaldırıp onun yerine bir başka hükmü koyabileceğini bildiren nesih âyetinin âyet 106 neye delâlet ettiğini kıblenin tahviliyle bilfiil göstermiş olur. Daha sonraki âyetler ise dindarlığın Allah’tan korkmak, O’nu çok çok anmak, O’nun yolunda can ve mal kaybıyla birlikte birtakım korkulara ve sıkıntılara katlanmak demek olduğunu bildirmekte ve Allah yolunda öldürülenlere ölü denemiyeceğini haber vermektedir âyet 151-157. Vahiy yoluyla gelen hidayeti bile bile inkâr edenlerin lânete uğrayacaklarını ilân ve ihtar eden âyetlerden sonra başta yahudiler olmak üzere bütün insanlığa şu çağrı yapılır “İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka tanrı yoktur. O rahmândır, rahîmdir” âyet 163. Ardından gelen âyetler, muameleler ve yiyecekler hakkında helâl ve haramı bildiren tâlimatlar mahiyetindedir. Bunlar sırasıyla kısasta hayat olduğu, ölüme bağlı bir tasarruf olan vasiyetin geçerliliği, ramazan orucunun farz kılınması, haksız kazançların haram oluşu, savaş yasağı bulunan haram aylar* içinde de olsa Mekke’de saldırıya uğrayan müslümanların buna karşılık verebilecekleri, bununla beraber tehlikeye atılmanın doğru olmayacağı, hac ve haccın sağlayacağı barış ve bunun faydaları hakkındaki âyetlerdir. Peygamberler insanları uyarmak ve aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için gönderilmişlerdir. İnfakın en başta anaya ve babaya iyilik demek olduğu bilinmelidir. Savaş bazan kaçınılmaz olur; hoşa gitmeyen şeyler çok defa insan hakkında hayırlı sonuçlar doğurabilir. Aslında zulüm ve fitnenin sürüp gitmesi savaştan daha büyük tehlikedir. Putperest bir kadınla nikâh câiz değildir. Evlilik, nesep, süt kardeşliğinin müddeti, boşanma ve iddet*le ilgili âyetlerden sonra korku zamanında ve binek üstünde namazın nasıl kılınacağı açıklanmaktadır. İsrâiloğulları’ndan bazı heyetlerin önce nasıl hararetle savaş istedikleri, daha sonra ondan nasıl yüz çevirdikleri hatırlatılmaktadır. Savaş zaruret olduğu zaman ondan kaçmamak, azimle direnmek ve sebat etmek gerekir. Çünkü, “Allah eğer insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savmamış olsaydı yeryüzü altüst olurdu” âyet 251. Bütün bunlar Allah’ın vahiy yoluyla bildirdiği gerçeklerdir. Hiç şüphesiz Hz. Muhammed de Allah’ın peygamberlerinden biridir âyet 252. Allah peygamberlerini farklı özelliklerde yaratmış ve birbirlerine üstün kılmıştır. Ancak insanlar içinden birçoğu ilâhî gerçeklerin ve peygamberlerin değerini inkâr eder. Halbuki âhiret gününde hesap olduğunu ve ona hazırlanmak gerektiğini haber verenler de onlardır. İnsanlar hiçbir dostluğun, yardım ve alışverişin fayda vermeyeceği bir günde, kendisinden başka ilâh olmayan, kendisini uyku ve uyuklama tutmayan, göklerin ve yerin yaratıcısı, herşeyi bilen, kürsî*si yeri ve gökleri kaplayan, yüce arşın sahibi, hay* ve kayyûm* olan Allah huzurunda hesaba çekileceklerdir. Bununla beraber dinde zorlama yoktur. Çünkü artık doğrulukla eğrilik iyice açığa çıkmıştır. Allah inananların yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır âyet 253-257. Hidayetin, her şeyden önce Allah hakkında sağlam bir itikada sahip olmakla ve bunun da ancak peygamberlere gelen vahiyle mümkün olacağını bildiren bu âyetlerden sonra, Hz. İbrâhim’in, Allah hakkında kendisiyle münakaşaya tutuşan birini nasıl susturduğunu ve ölülerin dirileceği konusundaki inancının mûcize yoluyla nasıl pekiştirildiğini bildiren âyetlerin gelmesi çok anlamlıdır. Bunu takip eden âyetler hesap gününe nasıl hazırlanılacağını, bunun için ne gibi iyiliklerin yapılıp hangi yasaklardan sakınmak gerektiğini bildirir. Gönül okşayıcı güzel sözün başa kakılan iyiliklerden daha değerli olduğu haber verilir. Fakirlerin ve yardıma muhtaç olanların kayırılıp gözetilmesini emreden âyetlerden sonra bu kısım, bütün Kur’an’ın en son nâzil olan âyeti olduğu rivayet edilen, “Allah’a döndürüleceğiniz o günden sakının! Zira o gün herkese hak ettiği mutlaka verilecek ve kimse haksızlığa uğramayacaktır” âyetiyle noktalanır âyet 281.
bakara suresi 203 ayet okunuşu